22.04.2022
Uyanıyorum. On dokuz ay önce devler görmüşüm rüyamda. Onu okuyorum. Zamanı emrine almış bir sihirbazın kuklası olan devleri tek tek alt edip sahte zaferimizi kutlamışız. Sonra bu devler yeniden uyanmış, artık onlar da bizim gibi birlik içinde savaşmaya başlamış. Afallamışız bizden öğrendikleri bu birlik olma kararı karşısında ama öldürmekten, yok etmekten vazgeçmemişiz. Kaç kere öldürmüşüz onları bilmiyorum, belki evrenin ücra köşesinde bir yerde sonsuza kadar savaşıp, sonsuza kadar öldürüyoruzdur bu devleri; ama spiralden ibaret döngünün bir yerinde sihirbaz 'zaman' demiş. 'Zamanın olduğu yerde önce hayat, sonra ölüm ve sonra tekrar hayat olacak. Alt edemeyeceksiniz onu. Onun karşısına ona denk hiçbir güçle çıkamayacaksınız. Ne hayat ne de ölüm onu alt edebilir; ikisi birbirine geçti ve anlamını yitirdi ne de olsa.'
On dokuz ay olmuş bu rüyayı göreli ve yazalı. Henüz bundan haberim yok -geçmişe bakarken beş dakika önce öğrendim ancak- çünkü başka bir rüya gördüm bu gece. Kimi gördüğümü biliyorum, nasıl gördüğümü bilmiyorum. Aceleyle kalkıyorum yataktan ancak halim yok hızlanmaya. Sanki on dokuz ay önce sihirbazın dediklerini anımsıyor kafamın içinde bir cin. Zamanla mücadele etmiyorum. Gerçek hayatta susuyor olmanın rahatsız edici alışkanlığı rüyalarıma sızıyor, belki. Belki kendime konuşmayı rüyalarda dahi yasaklıyorum, kim bilir? Çenem ağrıyor. Yanaklarım. Bunu günün ilerleyen saatlerine kadar fark etmiyorum. Boğazım da ağrıyor çünkü. "Yine," diyorum. "Kendimi yine sıkmışım. Yine kasılmışım. Ama, uyurken bile mi?"
Birkaç gün önce kendimi kastığım için kustuğum geliyor aklıma. Aynı tahammülsüzlükten doğan apayrı bir kriz sonrasıydı. Eskiden, seneler önce sustuğumda içimde derin bir oyuk açılırdı. Arkaya ve aşağı doğru uzanan, kapkaranlık bir oyuk. Kalbim, aklım, dilim taş kesilirdi. Şimdilerde yalnızca içime değil, dışıma yansıyan patolojik tepkiler veriyorum. Tahammülsüzlüğüm artık bedenimi koca bir ağrıya çeviriyor. Susmanın, içime atmaya çalışmanın; ama içimde yer kalmadığı için dışarı akıtmanın sonuçları acımasızlık, delilik ve marazilikten başka bir şey değil. Nefrete dönüşüyor sevgim. Deliliğe dönüşüyor. Öfkeye dönüşüyor. Tam on dokuz ay önce kendime negatif yönde koyduğum tanım; hiper-pesimistlik algımı ele geçiriyor yavaş yavaş. Mezarına zincirli ama gözleri açık bir ölü gibi izliyorum bu dönüşümü.
Beni bunca öfkelendiren şeyleri düşünüyorum. Beni bunca öfkelendiren insanları. Beni bunca öfkelendiren anıları, verilen ve tutulmayan sözleri, yüz üstü bırakılışları... Öfkemi besleyen her şeyi düşünüyorum ve suni telafilerini canlandırıyorum kafamda. İçimde yaprak kımıldamıyor. Spiral, hani bir buçuk sene önce beni yine bir rüya sonrası günlerce ele geçiren, daha sonra (bundan birkaç hafta önce) rastgele bir dizide karşıma çıkan o spiral; zamanı neredeyse eksiksiz tanımlayan o spiral sonlandırıyor bu suni telafi çabamı. Kendime ket vurmak özgür hissettirirdi bir zamanlar. Nasıl olsa olmayacak, en azından oldurmayan ben olayım derdim. Ket vurdukça yitireceğim insanları ve benden geriye yalnızca bir iskelet kalacak. Zaten somut olarak bıraktığım tüm izlerin, tüm anıların bu dünyadaki tek temsilcisi de bu iskelet olacak. Etimi kesen ben olayım. Yaşarken içimde saklı olan ve ayaktan tutan iskelet kalsın yitirdiklerimden geriye ve ben yalnızca ayakta kalayım. Eskiden gerçekleşmeyenlerin sorumluluğunu almak özgürleştirirdi beni sorumsuzlukların ve başıboşluğun dünyasında; eylemleri, mücadeleyi ve insanları yitirerek ve iskelete dönerek. Bu bakış açısı spiral üzerinde herhangi bir noktaydı o zamanlar; muhtemelen hala öyle ve orada. Şimdilerde kendime ket vurmak ve içten dışa taşmak aynı doğrultu ve bir üst veya bir alt düzlemdeki bir başka nokta artık. Ben o noktada değilim. Hangisinin diğerini tetiklediğinin, hangisinin önce hangisinin sonra geldiğinin hiçbir önemi yok. Spiral bu. Hayata gelmenin şeyleri ölüme götüren bir kıvılcım ve ölümün, şeyleri hayata getiren bir şart olduğu; her şeyin iç içe geçtiği ve zamanla, zamanın içinde olarak var olunan bir akış bu.
Gerçeğe en yakın güzel olayların olasılığı bile hiçbir anlam ifade etmiyor. Oturduğum masada histerik biçimde konuşurken bir defa daha fark ediyorum avucumda olmayan mutlulukların gerçekleşme ihtimalinin koskoca bir boşluk ve boşunalıktan ibaret olduğunu. Ağrılarım ve ağırlığımla yatağa giriyorum. On dokuz ay önce rüyama giren zaman sihirbazı ve kuklaları, bir buçuk sene önce hayatıma giren spiral ve birkaç hafta önce izlediğim dizideki dedektifin bahsettiği spiral... Kolektif bir kalıntı olmalı bu spiral ve zaman. Kolektif bir tepki olmalı aklına giremediklerimize gösterdiğimiz düşmanlık.
Comments